Gürkan Açıkgöz’ün Diyabete Karşı Savaşı

Tip 1 diyabeti olan bireylerin oluşturduğu koşu grubu Team1’i, grubun kaptanı Gürkan Açıkgöz’ün merceğinden inceliyoruz. Herkesi bu hastalığa karşı bilinçlendiren ve sporun insan yaşamındaki önemini her daim vurgulayan bu takım, adeta başarıdan başarıya koşuyor.

Tip 1 diyabeti olan bir insanın spor yapması niçin önemli?

Günümüz koşulları herkesin spor yapmasını gerektiriyor aslında. Hepimizin kanında bir miktar şeker var. Bu seviyenin desilitrede 70mg ila 140mg arasında olması ideali. Bu seviyenin altı da üstü de sorunların ortaya çıktığı istenmeyen bölge. Vücut otomatik olarak ilgili salgıları yönetip kan şekeri seviyesini her koşulda bu aralıkta tutuyor. Diyabetli bireylerde ise bu otomatik işlem gerçekleşmiyor. Dolayısıyla, diyabetlinin kan şekeri seviyesini manuel olarak ayarlaması gerekiyor. Yediklerimiz, fiziksel aktiviteler, insulin ve haliyle metabolizmamız bu konudaki en büyük etkenlerden. Spor yapmak bedeni daha aktif hâle getirdiği için diyabeti yönetmeyi kolaylaştırıyor. Tıp zaten fiziksel aktiviteyi olumlu etkilerinden dolayı çokça öneriyor. Doktor ve bir diyet uzmanı ile birlikte, karbonhidrat sayımı adı verilen bir yöntemle insülin/karbonhidrat oranınızı buluyorsunuz. Bu bilgiyle beslenmenizi çok daha kolay ayarlayabiliyorsunuz. Eskisi gibi katı kurallara bağlı yiyecek ve yasaklar listeleri yerine hayatı daha esnek yaşayabiliyorsunuz. Bu tarz bir yaşamın içine sporu dâhil etmek daha kolay.

TEAM1’in kurulmasına nasıl karar verildi?

Yanlış şekilde spor yapmak bazı sağlık sorunlarına neden olabilir. Örneğin düşük kan şekeri ile ormanda antrenmana başlamak oldukça sakıncalıdır. Yanınızda yeterli miktarda karbonhidrat yoksa biraz gittikten sonra yardımsız geri gelemezsiniz. Ortalamanın biraz üzerinde bir kan şekeri seviyesiyle yarışa başladığınızda ise anormal bir şekilde şeker seviyesi daha da artabilir ve yine başka sorunlar ortaya çıkar. Dolayısıyla, diyabette işleri her koşulda doğru yürütmek gerekiyor. Bunun için de deneyimlerin paylaşılabildiği, işlerin biraz daha kontrollü yapılabildiği bir ortama ihtiyaç var. TEAM1 tam da böyle bir ihtiyacı karşılamak için kuruldu.

Türk Diyabet Cemiyeti ve Nova Nordisk’in destekleri ne şekilde oluyor?

Türk Diyabet Cemiyeti, 1955’ten beri “Ayar Hayat Sağlar” sloganıyla var olan bir kurum. Haliyle aktivite ve spor da doğru ayarlanması gereken bu etkenlerin başında geliyor. Diyabetlilerden oluşan bir koşu takımının Türk Diyabet Cemiyeti çatısı altında olması bu anlamda çok doğru oldu. TDC bu projeyi hemen sahiplendi ve ilgili çalışmaları başlattı. Diyabet ve sporun, kurumsal bir çatı altında başlaması ve bu çatıyı TDC’nin sağlaması çok anlamlıdır.

Novo Nordisk ise diyabet tedavisinde bir dünya markası ve böyle bir oluşum başlattığımızda koşulsuz olarak bize destek vermeye karar verdi.

TEAM1’in bir senesi dolmak üzere. Başlangıçta ne tür hedefler konulmuştu? Şimdi bu hedefleri tutturabiliyor musunuz?

Biz, bir araya gelen diyabetli arkadaşlarımızla antrenman yapmayı, koşmayı planlamıştık. Ben koşucu olduğum için bunu şimdilik koşu branşıyla başlattık ama gelişime açık bu tarafı. Antrenman süresinin yeterli olacağı yarışlara hazırlanıp koşmayı hedefledik. Bunları yaparken de etrafımızdakilere diyabetle nasıl sağlıklı yaşanabileceğini, istendiğinde biraz özenle nelerin başarılabileceğini göstermek istedik.

Hedeflediğimiz ilk yarışta, Runatolia’da tüm ekip koştuk. İnanılmaz güzel bir deneyim oldu herkes için. Takımdaki birçok arkadaşım hayatında ilk defa yarış koştu. Amacımız yarışı sağlıklı bir şekilde bitirmekti ve bunu gayet iyi başardık.

Şu anda kaç kişilik bir grupsunuz? Etraftan gördüğünüz ilgi ne durumda?

Başlarken daha fazlaydık tabii ama şu anda antrenmanlara devam eden 8 kişiyiz. Her pazartesi ve çarşamba akşamı İdealtepe’de atletizm pistinde antrenman yapıyoruz. İki antrenörümüz eşliğinde yaptığımız bu çalışmaları isteyen herkes izleyebiliyor. Zaten güzel tişörtlerimizle dikkat çekiyoruz. Gelip soran ve diyabetle ilgili bilgilendirdiğimiz çok kişi oldu.

Sesinizi duyurmakta zorluk çekiyor musunuz?

Spor diyabet yönetimine olumlu katkılar sağlıyor. Aslında çok sağlıklı bir süreç yaşamanızı sağlıyor demek daha doğru. Biraz özenle bunu yapmak zor değil. Amacımız TEAM1 olarak bu bilgileri diğer tip 1 diyabetlilere aktarmak. Çevremizden yakın ilgi gördük. Sosyal medya paylaşımlarımızla her gün daha fazla arkadaşımıza ulaşıyoruz. Sizler gibi, yaptıklarımızı fark eden basın kuruluşları da sesimizi duyurmamıza katkıda bulunuyor. Diyabetli olsun olmasın, ulaştığımız herkese bir farkındalık aşıladığımızı, dolayısıyla sağlığına olumlu bir katkı yaptığımızı düşünüyoruz.

Tuz Gölü yarışından sonra planladığınız yarışlar var mı?

Tuz Gölü yarışı hepimizin hafızasına güzel bir anı olarak yerleşti ancak TEAM1 için bambaşka bir deneyim oldu Runfire Salt Lake yarışı. Sıcağın alttan üstten vurarak işleri iyice zorlaştırdığı koşullarda bile tüm takım durumu idare edip bu yarışı da tamamladı. Şimdi sırada Likya Yolu Ultra Maratonu’nda koşmak var. Orası da tarihi, doğası ve coğrafyasıyla bambaşka bir atmosfer vadediyor.

Beş kıtada beş yarışa katıldın. Biraz anlatabilir misin?

Uzun mesafe koşmayı seviyorum. Her yarış hatta her antrenman benim için hem içe hem dışa yapılan bir yolculuk gibidir. Yeni yerler görmek beni her zaman heyecanlandırır. Sporu farkında olarak yaparsanız bedeninizde de sürekli yeni alanlar, yeni sınırlar keşfedersiniz. Bu sınırların üstesinden gelmek en az yeni bir yer görmek kadar güzeldir. Bu keşiflerin hepsini bir arada deneyimlemeyi istedim galiba. Dünyanın her ikliminde koşma fikri uzun süredir kafamda dolaşıyordu. Bunu geliştirip bir proje haline getirene kadar epey bir süre geçti tabii. Bu süre benim bu yarışları koşabilmemi sağlayacak fiziksel hazırlığım için de gerekliydi elbette. Geçtiğimiz sene sonu itibariyle Salomon sporcusu olduktan sonra da proje iyice somut hâle gelmiş oldu. Gerçekleştirmeye başlayabildiğim için çok mutluyum.

Uzun ve zorlu mesafeler aşmanın getirdiği hislerden bahseder misin?

Başarmak ve kazanmayı birbirinden ayırmak gerekir. Kendi belirlediğiniz hedefe ulaştığınızda başarmış olursunuz. Benim kendime koyduğum hedef, bu serideki beş yarışı da diyabetimi yönetmeyi aksatmadan sağlıklı bir şekilde tamamlamak. Ne olursa olsun bu hedefimden uzaklaşmayacağım. Serinin ilk yarışı 160K mesafesi ve 6.000m yükseklik kazanımıyla Ultra Asia Race yani Vietnam yarışıydı. Dört zorlu etaptan oluşan bu yarış kendine yeterlilik esasında koşuluyor. Bu yarış benim için tüm beslenme bilgilerimi çok doğru bir şekilde kullanmamı gerektiren çok önemli bir deneyim oldu. Olağanüstü güzel patikalarda, inceliklerle dolu bir kültür ve sükûnetle yaşayan güzel insanların coğrafyasında koşmak ve bu güzellikleri bir hafta da olsa içeriden yaşamak paha biçilmezdi. Antrenörüm ve dostum Utkuer Yaşar, beni bu yarışa çok iyi hazırladı. Çok çalıştık. Hedefime ulaşırken erkeklerde birinci gelmek de çok güzel bir sürpriz oldu. Beş kıta yarışlarımın geri kalanı için Novo Nordisk firmasının sponsor olduğu bilgisini bu yarış sırasında aldım. Hep ayrı bir yeri olacak benim için.

Serinin ikinci yarışı olan ve kural olarak iki kişilik takımlar halinde koşulacak olan Ultra Norway Race’e tabii ki hocam Utkuer Yaşar ile birlikte gittik. TEAM1 takım kaptanı olarak katıldığım bu yarışın mesafesi 140K ve toplam yükseklik kazanımı 9.000 metreydi. Bu parkuru 32 saat 52 dakikada aşarak Utkuer hocamla birlikte birinci olduk. Her yarışta dünyaya benzer pencerelerden baktığımız rengârenk insanlarla tanışıyorum; yarıştan sonra da iletişimi sürdürüyoruz. Bu anlamda her iki yarış da çok büyük bir kazanç oldu benim için.

Ülkemizde ultra yarışlarının yeni geliştiğini düşünürsek, Norveç’te gelen birincilik olağanüstü bir başarı. Bu birinciliği daha detaylı anlatabilir misin?

Ultra Norway Race, mesafesi nedeniyle bu seri içinde en çekindiğim yarıştı. En uzun koştuğum yarış mesafesi 2016’da Runfire Cappadocia’nın uzun etabıydı (o zaman çok etaplıydı Runfire) ve bu etabın mesafesi 110K’ydı. Sonrası hakikaten bilinmezlikti benim için. 9.000 metre yükseklik kazanımı, 140K mesafelik parkurun oldukça yıpratıcı olacağını gösteriyordu. Tüm bu bilgilerle, neresinden baksak zor bir yarış olacaktı. Stratejimiz, yavaş da olsa hiç durmadan ilerlemekti. Koşulabilecek her yeri koşacak, dik yokuşları da mümkün olduğunca kontrollü bir şekilde aşacaktık. Norveç çok sulak bir coğrafya ya sahip. Her yerde bir akarsu, bir kaynak, sulu bir alan var. Koştuğumuz 32 saatin neredeyse 29-30 saati ayaklarımız su içinde ve ıslaktı. “Bize bir şey olmaz” diye hiç ciddiye almadığımız sinekler yarış boyunca bize azap yaşattı. Düşündüğümüzden çok daha zorlu bir yarış oldu.

Şimdiye kadar yaptıklarıma, direnme ve başarma isteğime güvenmekten başka seçeneğim yoktu. Yarışta TEAM1 kaptanı olarak yer almaktan, antrenmanlarımı yazan ve çoğunlukla birlikte koştuğum dostum Utkuer’le takım olmaktan büyük güç aldım. Bütün bunları üst üste koyunca da bitiş çizgisine ilk biz ulaştık.

Sırada hangi yarış var?

Continental Challenge yarış serisinde sırada Ultra Bolivia Race var. Bolivya yarışı 7 etaptan oluşuyor ve toplam mesafesi 230K. Toplamda 2.400 metre yükseklik kazanımı olan yarışın asıl zorluğunu parkurun yer aldığı irtifa oluşturuyor. Deniz seviyesinden 4.000 ila 6.000 metre yüksekte koşacağım ilk yarış olacak bu. Şimdiye kadar en yüksek irtifa anlamında Aladağlar Sky Trail yarışında koştum. O parkurun en yüksek noktası 3.750 metre ile Emler zirvesiydi ama o irtifada çok kısa bir süre kalıyorsunuz. Yarış tarihi yaklaştıkça antrenmanlarımı yüksek irtifaya göre yapmayı planladık.

Diyabetle ilgili en çok ne merak ediliyor?

Mesela herkesin merak ettiği bir şey var: 32 saat boyunca yoldasın, koşuyorsun. İnsülin iğnesi taşıyor musun yanında? Yarış sırasında insülin iğneni nasıl yapıyorsun? Koştuğum, sürekli aktivite halinde olduğum için insulin ihtiyacım azalıyor ama yine de sıfıra inmiyor. Tabii, koşuyorken de insülinlerimi ve şeker ölçme aletimi yanımda taşıyorum. Bu yarışta, bazal insulin dediğimiz ve 12 saatte bir aldığım insülini, dozunu azaltarak 2 kez kullandım. Diğer hızlı insülini çok düşük dozda 1 kez kullandım. 32 saat süresince 36 kez kan şekerimi kontrol ettim. Bunu, parmağıma minik bir delik açan lanseti kullanarak yapıyorum. Toplamda 15-20 saniye süren bu işlem sonucunda ne kadar karbonhidrat alacağımı belirleyip besleniyorum.

Beslenme ve antrenmanların iyi bir uyum içerisinde olması gerekiyor sanırım. Biraz detaylı anlatır mısın?

Uyum sağlamak tip 1 diyabette çok önemli. Koşmak genel olarak kandaki şeker seviyesini düşürür ama bazı antrenmanlar şeker seviyesinin artmasına da sebep olur. Bu sebeple hangi antrenmana hangi şeker seviyesiyle başlayacağımı bilmem gerekir. Dolayısıyla sadece antrenman ve yarışta değil, diyabeti hayatın her anında yönetmek önemli. Bütün bunları bir reçete uygular gibi yapmıyorsunuz zaten. Bir süre sonra rutin hâle geliyor.

Antrenman programından biraz bahsedebilir misin?

Utkuer hocamla daha sezonun başında hedef yarışları belirliyoruz ve o yarışları baz alarak antrenman yoğunluğu ve hacmini oluşturuyoruz. Dinlenme ve beslenme de bu süreç içinde en az antrenmanların kendisi kadar önemli yer tutuyor.

Utkuer hocamla çok iyi bir uyum yakaladık. Nerelerde eksiklerim olduğunu görerek, çok yerinde tespitlerle beni doğru antrenmanlara yönlendiriyor. Evet, ben bir patika koşucusuyum ama antrenmanların yüzde 50’sini atletizm sahasında yapıyoruz. İşin temeli orada çünkü. Pistte kazandıklarımı haftasonu uzun antrenmanlarımda patikaya aktarıyorum. Böylece çok verimli antrenman süreçleri geçiriyorum.

Koşmaya karar verdiğinde ailen korkmadı mı? Nasıl destek oldular?

Önce koruma içgüdüsüyle yaklaşıp beni vazgeçirmeye çalıştılar doğal olarak. Fakat sonradan bu işi bilinçli bir şekilde yaptığımı ve başarılı olduğumu gördükçe bana güvendiler. En büyük desteği tabii ki onlardan alıyorum.

İlerisi için hedeflerin nelerdir?

Koşacak, görecek o kadar çok yer var ki hedef belirlemek zor aslında. Yine de aklımdan geçen güzel ve heyecanlı yarışlar, projeler var. Bunu mümkün olduğu kadar sürdürmeyi amaçlıyorum. Bir aksilik olmazsa, 2019 yılının mayıs ayında Avustralya’da koşacağım The Track yarışıyla birlikte Continental Challenge serisini tamamlamış olacağım. Sonrası için şimdiden planlar oluşturmaya başladım; üzerinde çalışıyorum.

Röportaj: Orhan Omay

Yorumlar yapılamaz.